17 Kasım 2009 Salı

Büyük küçük algılarımı alt üst eden kent Roma





Yurtdışında olduğumu ilk kez Roma tren garında indiğimde hissettim. Ne Yunanistan gibi Türkiye'yi andırıyordu ne de Bari gibi küçük ve sevimliydi. Roma'ysa baştan aşağı görkem, gösteriş. Yanlarında ufak tefek kaldığım binaların yanından geçerken kendimi onlara hürmet etmek zorunda gibi hissederken öğretmeninin cezasını bekleyen ilkokul öğrencisi gibi ayaklarım terlediğinden sandaletlerle yürümek zordu. "Acaba ne binası" diye baktığımız devasa kapılı binanın apartman olduğunu fark edişimiz. Her sokaktan çıkan böyle binalar, heykeller, çeşmeler... "Roma'yım ben, koskoca Roma, bir zamanlar tüm yollar bana çıkardı, sen insansın, bugün varsın yarın yoksun, bu binalar yapıtlar ise yüzyıllardır burada, ne o, şu kısacık ömrün, ufacık bedeninle bana ahkam mı keseceksin, hadi ordan, parmağımla ezerim seni" dercesine.
Sırtımızda bize abanan çantalarımız, elimizde birkaç sene önceden kalma bir Roma haritası, gezmeye başladık sokakları. Uyumayan bir kentti bu, ne var ki uyutmayanların çoğu turistti. Gece vakti Vatikan'a gidelim derken yolumuzu şaştık ve kendimizi Piazza Navona'da Bernini heykellerinin karşısında bulduk. Çevrelerinde gençlerin takılığı, kimilerinin gitar çaldığı, kimilerinin sadece sohbet ettiği, zencilerin sattıkları ışıklı ıvır zıvırlarla gösteriler yaptığı bu heykeller, kafamda canlanandan epey büyüktü.
O gece orada yattık, tam ortadaki heykelin karşısında. Kent gibi meydan da hiç uyumadı ve beni de bir iki saat sonra uyandırdı. Günlüğümü yazmak için kapanmış restoranların bir masasına oturunca biri bayan dört İtalyan muhabbete başladı. İtalyanca kaçan aksanları yüzünden anlaşmak da epey zorlandıysak da keyifli insanlardı. Bir restoranın garsonlarıymış ve işten çıkınca meydana içmeye gelmişler. Harala gürele konuşup duruyorlardı. Anlamasam bile onların konuşmaları yeterince güldürüyordu zaten.
Onlar gidince bir saat daha uykuma devam ettim. Yüzüme düşen yağmur damlalarıyla uyandım. Meydanın gececi müdavimlerinin yerini sabahçılar almıştı; yürüyüşe çıkanlar, bisiklete binenler, köpeklerini gezdirenler. Büyük ihtimalle kahvaltılarını da edip işlerine gideceklerdi. Birkaç tane de kenti sakinken tek başına görmek istemiş, fotoğraf çeken turist. Bir polis geçti "günaydın" deyip geçti önümüzden. O kadarcık. Türkiye'de yerde uyuyan turistlerin polisler tarafında aldığı tepkiyi merak ettim. Gece vakti şehir dışındaki evine dönemediği için bankamatiğe sığınan öğrencilerin aldığı tepkiyi bildiğimden eminim ki güzel bir "günaydın" demezdi polis.



Uyandıktan sonra, yağmur yemiş kıyafetlerim ve bir türlü tren garına gidemediğimiz için kambur eden çantamla Roma sokaklarında yürüyüşümüzü, Vatikan'ı arayışımızı unutamam. O ağırlıklarla çoook uzun gelen bir yolculuğun ardından sırt çantalarımızı bıraktığımızda kuşa dönmüştüm. O gazla önce Coliseum'a gittik. Dışarıdan görkemiyle hayran bırakan bu binaya 16 Euro verip girmek galiba yediğim ikinci turist kazığıydı. Kimi turistik yerlerin "orada fotoğraf çektirme" tuzağından ibaret olduğunu bana bir kere daha anlattı. Ama Vatikan kesinlikle görmeye değerdi. Girerken pasaportunuzun bile sorulmadığı bu ülkecikte her yerden hayranlık uyandıran heykeller, tablolar çıkıyor; insan boyu binanın ancak sütunların alt kemerlerine erişebiliyor. Epey yukarıda olduğu için görmekte zorlandığınız tavanlar incecik işlenmiş. "Roma büyük ama ben daha büyüğüm, ezerim uleeen sizii" dercesine. İsviçre muhafızları ise şebek kıyafetleriyle o gösterişin içinde gayet ironik.



Ardından İspanyol Merdivenleri'ne gitmiştik galiba. "Ne var kardeşim, bizim de kent merkezinde eski adliye binamız var, oranın tribünlerine oturuyoruz biz de". Genellikle gençlerin toplandığı, oturduğu, sohbet ettiği, tek başına bir anlamı olmayan ama insanların cıvıltısıyla renklenen kocaman merdivenler. Önünde de içinde balık heykeli olan bir çeşme.



"Aşk Çeşmesi"ni "Şeytan Marka Giyer" filminden hatırlıyordum galiba. Benim için önemli bir sahnesi orada geçiyordu filmin. O yüzden çok hevesliydim görmeye. Yine beni şaşırttı ve kafamda canlanandan çok daha büyük bir çeşme çıktı karşıma, üstelik bu çeşme bir binanın arka duvarıydı. (nerede oturuyorsun? falanca apartmanı, aşk çeşmesinin arkasındaki hani :p) Hayranlık uyandırdı mı? Kesinlikle. (Şimdi düşündüm de gerçekten görmeye değer turistik yerler para alınmayanlar oluyor ama para verdiğimize göre görmeye değer bir şey vardır diyip girdiğimizde tuzağa kapılmış oluyoruz)



gece 12 olmadan tren garına sızmayı başardık, 1 Euro isteyen punklar, sarmaş dolaş yere yayılmış uyuyan bir çift, evsizler ve biz mışıl mışıl uyuduk. Gelen ilk trenle de Floransa...



3 yorum:

  1. devamı gelecek, uyandıktan sonra :)

    YanıtlaSil
  2. Hani devamı?:)

    Bütün postların okundu,bilesin.:)

    Ne zaman yapmıştın bu yolculuğu? Geçen yaz mı?

    YanıtlaSil
  3. bu yaz, 2009'da, devamı geliyor, sabır :)

    YanıtlaSil