22 Kasım 2009 Pazar

Gri günlerden uzak Floransa'da akşam üstü







Ne düşünüyorduk, niye Tren garındaki "Firenze" yazısına mal mal baktık da trenden inmedik, bilmiyoruz. Kapılar üstümüze kapandı, tren gerisin geri hareket etmeye başladı. Vagonların hepsi boş, kaç acil kolu kırdık, bir gelen olmadı. Nereye gittiğimizden habersiz... Boş trenlerin bulunduğu garajda durduk. Sonunda kapılar açıldı ve indik. Makinist ve yandaşıydı herhalde, bizim hemen ardımızdan indiler. Biz İngilizce ve tarzanca derdimizi anlatmaya çalışırken, bildikleri tek İngilizce kelime nedense "sleep" olan adamlar da bizimle İtalyanca konuşuyorlardı. Bir şekilde anlaştık, bizi bir odaya götürdüler, oradaki adama da sorunu anlattılar. Nasıl anlaştığımıza hala şaşarım ama kendilerini bırakan servisin bizi de şehir merkezine bırakabileceğini, sadece yarım saat beklememiz gerektiğini söylediler. Adamlardan biri Mazhar Alanson'u andırıyordu tip olarak. Gayet hoştu. Sonra Mükremin Çıtır kıvamında bir delikanlı geldi. Boynunda bizim varoş metalcilerinin taktığı türden bir sürü kolye vardı, bileğinde de aynı tarz bileklikler. Demek ki bize has değilmiş Mükreminler.
Şoför azıcık sorun çıkardıysa da -bizim hakkımızda konuşuluyordu ve denilenleri hiç anlamıyorduk fakat bizim makinistlerin "abi bırak şimdi yasağı, ne zararları var, geliversinler" dedikleri belliydi.- kabul etti. Biz de çok az turiste görmenin kısmet olacağı tren garından kurtuluverdik.
(Alakasızca araya girerek belirtiyorum ki o arabada giderken pek çok duvarda spreyle yazılmış "yoghurt" yazısı gördüm, İtalyancada ne gibi bir anlamı var çok merak ettim, bilen varsa söylesin)
İlk kez hostele yerleştik orada. Sonunda yıkandım, akça pakça bir kız oldum. Avrupa sokaklarındaki en bakımsız kız olma birinciliğimi kimseye kaptırmadıysam da en azından artık temiz bir bakımsızdım :) Sonra da kendimizi sokağa attık, pazar günüydü, pek çok yer kapalı, turistik olmayan yerler bomboştu. Araba geçmez, insan geçmez, nerede yaşıyor bu halk dedirtircesine.
Kimi yollarda, yolun tam üstüne kimi tabloların resmedildiğini hatırlıyorum. Büyük ihtimalle liseli olan yedi sekiz delikanlının oluşturdukları koroyla meydanda para topladıklarını. Yanlışlıkla Gustave Klimt'in meşhur tablosuna baktığım için 10 Euro'dan 1 Euro'ya kadar indirdiğini. Ufak motoruyla dolaşırken, pencereden kendisine bakan kişiye "ambaragariii ambaragariii" diye coşkuyla bağıran adamı.(İtalyanları ve konuşmalarını seviyoruuuum:)) Ponte Vecchio 'nun altında bira içtiğimizi. (Setbaşı Köprüsü'nden nereye, te heey, diyeceğim de insan orada da mı köprüaltını bulur içecek)... Gerisi Floransa hakkında bildiğiniz veya netten bulabileceğiniz şeyler...
Güneşin batmasına yakın köprünün üstüne çıktık. Dinlediğim en iyi sokak sanatçısıydı. Saatlerce ara vermeden çaldı, sesi kuvvetli, müziği yumuşaktı. Kaç saat orada durduk bilmiyorum, oturduğumuzda aydınlıktı, güneş usulca battı, sıcak bir kadife gibiydi gökyüzü, sonra karardı ve ışıklar bezedi nehrin üstünü. Gri duvarlar arasında güneşin batıp batmadığından habersiz geçen bir buçuk seneden sonra orada bulunduğumun bilincine vardım birden. Hazzım doruğa tırmanıyordu. Çalışıp para biriktirmekle ve işi bırakmakla en doğru şeyi yapmıştım. O akşam, hayatımda güzel günlerin sayısını bilinçli olarak çoğaltma kararı aldım.
Zencilerin bağırarak konuştukları İtalyanca odamızdan çok net duyuluyordu. Ninnidir dedik, uyuduk.

1 yorum:

  1. Çok güldüm, süpersin.Yıllarca floransa olarak bildiğim şehrin adının aslında firenze olduğunu öğrenince ben de dumur olmuştum.Tren ve imdat kolu olayı başka bir yerde benim de başıma gelmişti,hem para cezası hem de gözaltı olayı olabilirdi, bir saat dil döktüm, kendimi acındırdım da kurtuldum.Siz ingilizce bilmeyen italyanlardan iyi kurtulmuşsunuz valla. - Paschan-

    YanıtlaSil