11 Kasım 2009 Çarşamba

Selanik'te İzmir'i göreceksin, sakın şaşırma


İlk kez bindim trene, yataklı gece treni. Ufacık yataklardan birinde ben, diğerinde Antoni; trenin raylarda çıkardığı sesten ötesi yok. Arada sırada biraz sessizliği bozmak, biraz da birbirimizi tanımak için laflıyoruz. Zorlama fakat. En iyisi uyumak.
Sınıra vardığımızda görevliler sırt çantalarımızı görüp içini açmaktan vazgeçiyorlar. Biz de uykumuza devam ediyoruz, üstelik Yunanistan'a geçmemizle çuf çuf sesleri de kalmıyor.
Gözlerimi açtığımda Ege'yi andıran bir araziden geçiyoruz. Oldukça geniş alanlara serpiştirilmiş ufak tefek evler. Alfabe başka, ilk kez bu kadar yabancıyım bir yere.
Selanik... Kalabalık bir tren garına iniyoruz. Sırt çantalı gençler fink atıyor etrafta. Biri içine kedisinin olduğu sepetle geziyor. Atina'ya gitmek için altı saat beklememiz gerekiyor. Trafiğin biraz karışık olduğu, üstünde çalışmaların olduğu yoldan geçerek şehir merkezine iniyoruz. Kendimi fazla yurtdışında hissettiğimi söyleyemiyorum ne yazık ki. Dükkanların önüne kurulmuş, kalabalık yapan tezgahlar; giyimleri bakışları bile yabancı gelmeyen insanlar, sokaklara kurulmuş kafelerde tavla oynayıp nargile içen gençler. Hatta ne yazık ki evimin karşısında da olan Sturbucks. Deniz kıyısına ulaşıyoruz, Kordon'u anımsatıyor fazlasıyla. Güneş başımızı daha fazla yakmadan denize bakan bir kulenin gölgesine sığınıyoruz. Etraf oldukça sakin. Bisikletle geçenler oluyor bazen ama belli ki işi gücü olmayanlar günün o sıcak saatinde dışarı çıkmaya pek yeltenmiyor. Yanımıza Yunan bir çift oturuyor. Konuşmalarını dinliyorum, çok sevdiğim melodik dillerini.
Gölgesine sığındığımız kule aslında Selanik'in tarihini anlatan bir müze. İçine giriyoruz, ne var ki tüm yazılar Yunanca, bir halt anlamıyoruz ama en azından kenti tepeden görme şansı elde etmiş oluyoruz. Bir süre sonra kentin hiç turistik olmayan ara sokaklarında dolaştıktan sonra tren saatimiz geliyor. Akşamüstü Atina'da olacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder