28 Ocak 2010 Perşembe

Sudan sokakları ve ötesiyle Venedik...





























Üç aktarma yaptığımız trenlerde kalabalıktan olabilecek en eğri büğrü şekilde uyuyarak tren garına vardığımızda gün yeni ayıyordu. Tren garının kapısından dışarı adım attığımızda karşımızda büyük kanal duruyordu. Bir sürü sırt çantalı kanalın karşısına dizilmiş uyuyordu. Biz de parçalanmış uykumuza devam etmek için onlara katıldık. Polis uyanma vaktinin geldiğini söyleyince gözlerimi açtım, güneş yeni doğmuştu, karşımdan bir gondol geçiyordu. Gözlerimi Venedik'te açmıştım. Çok önceden beri gitmeyi hayal ettiğim ama büyük ihtimalle hayal olarak kalacağını düşündüğüm kentte. Antoni'yi uyur bıraktım, biraz dolanmaya başladım. Köprülerden geçtim, kent yeni uyanıyordu, sokaklar turistlerden arınıktı. Bir kadın sabahlığıyla kapıyı açtı, kapısının önü gerçekten de denize sıfırdı. Bir tekne yanaştı, içinde bir bakkalda bulunması gereken her türlü şey vardı, koli koli. Alışveriş yapıldı, tekne yoluna devam etti. Gülümsedim.
Ucuz olsun diye şehrin dışındaki bir kampta kalacaktık. Verilen tariften otobüsü bulup kampımıza doğru gittik. Denizin üstünden oldukça uzun bir geçit yapılmıştı. Venedik'in öbür tarafına geçtik, normal bir şehir olan yanına. Apartmanlar, kahvede oturan amcalar, etrafa serpiştirilmiş Pizzacılar... Özellikle insanları tekrar İtalya'ya, sıcak bir ülkeye geldiğimi hissettirdi. Keyfim yerine geldi. Heyecanlı konuşan isnanları İtalya'yı yaşanabilir bulmama yetiyor. Dükkanların önüne tabureler atıp oturmuş amca gruplarına soruyoruz yolu. Haznemizde ortak tek bir kelime olmamasına rağmen tarif etmeye çalışıyorlar. "Pizzeria"dan sola dönmemiz gerekiyor ve epey uğraştıktan sonra pizzerianın pizzacı demek olduğunu anlayıp yolumuzu buluyoruz. Kaldığımız kampta bunglo daireler ve karavanlar var. Daha ziyade yazlık bir siteyi andırıyor. Üstüne hasır çekilmiş, beyaz plastik sandalyeleri olan kafetaryada aileleriyle tatile gelmiş ergenler toplanmış, kızlı erkekli takılıyorlar, büyük ihtimalle de yazlık flörtler havada uçuşuyor. Havuzun çevresinde genellikle anneler var ve onların daha küçük çocukları. Tanıdık görüntüler...
Biz temizlenip biraz da dinlendikten sonra şehre gitmek üzere kamptan ayrılıyoruz. Otobüs durağını buluyoruz, 6 numaralı otobüsü bekliyoruz ama yanlış yerde bekliyor olmalıyız ki karşımızdaki apartmanda perdesini açan kadın bizi görüp, kılığımızdan olsa gerek ne tarafa gideceğimizi de anlayıp eliyle 6 işareti yapıyor ve köşeyi dönmemiz gerektiğini anlatıyor elleriyle. Ne yöne gideceğimizi tam anlamasak da oradan kalktık, konuşa konuşa gidiyorduk ki bir adam yanımıza geldi, "6 numaralı otobüsü mü arıyorsunuz" Nereye gideceğimizi kestiremezken biz, ne güzel bir tesadüftü yanımızdan orada yaşayan bir Türk geçmesi. Biraz lafladık, yolu tarif etti. Durağa giderken dükkan önü taburelerinde oturan bir amcam da sormasak da eliyle altı işareti yaparak gitmemiz gereken yönü gösterdi. Sanki herkes bizim otobüse ulaşmamız için birlik olmuş yol gösteriyordu. Kendimi bir oyunun içinde hissettim.
İki gün iki gece turladık Venedik labirentinde, içinde değil araba bisikletin bile işlemediği sokaklarda. Bizim arabalarımızı art arda park ettiğimiz sokaklarımız varsa onların da teknelerini park ettikleri kanalları var. Malum gondollar var, ısrarla sürdürülmeye çalışılan bir gelenek ama ne yazık ki küreselleşen dünyamızdaki her gelenek gibi onlar da git gide yapaylaşıyor. Trafik levhaları var, üstünde gondol işaretleri, tekneli trafik polisleri, iskelede benzincileri. Toplu taşıma araçları da var tabii, nispeten büyük teknelerden. Hep dinlediğim bu unsurları gördükçe gerçekten eğlendim.
Meşhur Salute kilisesi, San Marco Meydanı, camcılar, maskeciler... Bildikleriniz. "Salut" sağlık demekmiş, hapşurunca söylüyorlar. Salute meydanı da büyük veba salgınının ardından inşa edilmiş, adak niyetine. Gondolların siyah olması da aynı dönemden kalma bir gelenek. Eskiden rengarenk olan gondollar, veba salgını sırasında cesetleri taşıdıklarından siyaha boyanmış ve öyle de kalmış. Maskeler de aynı dönemin eseri, etrafta o kadar pis bir koku varmış ki insanlar maskeyle dolaşmaya başlamışlar. Bir zamanların felaketi şimdinin eğlencesi işte.
Eğer şehrin merkezinde kalsaydık tüm kenti öyle zannederdim. Kaldığımız kampın şehrin dışında olması Venedik'in öbür yüzünü görmemi sağladı. Tek kelimeyle sıradandı. Neyse ki... Yoksa gerçekliğini yitirecekti.
Venedik'i sevdin mi diye sordu pek çok kişi döndüğümde. Çoğu gittiklerinde hayal kırıklığına uğradığını, fazla harap bulduklarını söylediler. Haklı olabilirler, yine de bildiğim şehir anlayışından oldukça uzak bu kent benim için çok keyifliydi.

2 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. devamını da bekliyoruz büyük bir hasretle ucanhalı hanım:) interrail i unutacağım yoksa yeniden hatırlamak isterim:)

    YanıtlaSil