20 Ocak 2010 Çarşamba

Amsterdam...




Namını yaşı ilerlemiş olanların laleler ve değirmenlerle, gençlerin uyuşturucu ve seksle andığı Amsterdam... Yine korkunç bir yağmur karşıladı bizi. Bu sefer hostelde kalacaktık ve orayı bulana kadar sırılsıklam olduk. Altı kişilik bir odamız vardı, yanlış hatırlamıyorsam Finlandiyalı bir erkek vardı sadece. Brugge'dan geldiğinden, çok güzel bir ortaçağ kenti olduğundan bahsetti. Bundan sonraki hedefi trenle on gün sürecek bir yolculukla Rusya üzerinden Japonya'a varmakmış. Hürmet ettim. Biz yırtınarak üç haftalık Avrupa seyahatine çıktık diye sevinirken insanlar olayı aşmış.
Haritası yarım bir örümcek ağını andıran, kanalları olan kent. Bakalım başka neleri neleri varmış dedik... Malum, Van Gogh Müzesi, Anne Frank evi var fakat görsel sanatlardan anlamayan ve Anne Frank'ın günlüklerini okumamış biri olarak vazgeçtim. Eğlenceli olur diyerek müze hakkımı Madame Tussaud'dan yana kullandım. Öncelikle kentin tarihinin anlatıldığı (boğuk bir İngilizce vardı ve yarım yamalak anladım) bölümden geçtim. İşkencehaneleri canlandırmışlar, oldukça ve balmumu heykel sandığım şeyler bir anda üstüme çullanınca yüreğimi oracıkta bırakıverecektim. Her şeyin bir oyun olduğunu bilmeme rağmen duyduğum karşı konulmaz korku hala düşündürüyor. Gerisinde malum pek çok ünlünün heykelleri.
Bir süre Dam Meydanı'nda takılıp sokak sanatçılarını, break dansçıları izledik. Kentlerde genellikle rast gele dolanıyorduk. Orada da öyle yaparken meşhur Red Light sokağına vardık. Herkesin anlattığı gibi işte. Tabii ki hiç bu kadar çok fahişenin ve ot kokusunun bir arada bulunduğu ortama girmemiştim. Seks shoplarda da kültürümü genişletmeyi elbet ihmal etmedim. Ot ve seks turizmi, belli ki birçok insanı böylece memlekete çekip iyi gelir elde ediyorlar. Elbette yapacaklar ama Türkiye'ye döndüğümde Amsterdam'a gidip de ot içmediğimi söyleyince herkes garip baktı, e niye gittin ki dercesine. Burada kullanmadığım bir maddeyi oraya gittiğimde kullanmak zorundaymışım gibi veya oraya sadece bunun için gidilirmiş gibi.
Amsterdam bence kanallarıyla, bisikletlerin turladığı sokaklarıyla sevimliydi. Yine de bende çok iz bıraktığını söyleyemem. Herkesin beklentisi farklı işte...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder