21 Ocak 2010 Perşembe

tehlikeli (!) oyuncak Brugge...











Amsterdam tren garına geldiğimizde nereye gitsek nereye gitsek diye düşündük bir süre. Sonra hosteldeki elemanın Brugge diye bir yer tavsiye ettiğini hatırladık. Rotamızı oraya çevirdik. Yaklaşık bir saatte de oradaydık. Tren garının hemen çıkışında hiç görmediğim kadar çok bisikleti bir arada gördüm. Meğer turistler gezsin, sonra da oraya bıraksın diye konuşmuş bisikletler. Biz yine de yolumuza yaya devam ettik. Yemyeşil bir parkı geçip şehrin sokaklarına ulaştık. Ufacık, sevimli ve oldukça turistik bir yerdi. Gerçekten de Ortaçağ'dan kalmış gibiydi. Legolardan yapılmış evlermişçesine. Kente kanallarından ötürü "Kuzeyin Venediki" deniyormuş. Buram buram güvenlik kokan bir kentti. Bir süre meydanında oturduk, yanımızda kentin yerlisi olduğu belli bir ergen grubu oturuyordu. Punk modunda takılıyorlardı ama İsviçredekiler gibi değillerdi, yani bakışlarında tuhaflık boşluk hissi yerine ergen hevesleri parlıyordu. Oradan kalktık, dolanmaya başladık biraz ve uyku tulumumuzun yanımızda olmadığını fark ettik. Tekrar meydana döndük ve o gençlere görüp görmedeiklerini sorduk. "Burası Brugge, tehlikelidir, koyduğun şeyi bir daha bulamazsın" diye ahkam kesti içlerinden biri. Güldük içten içe, biz Türkiye'den geliyoruz evladım, koyduğun şeyi bırak kendini sağ bulduğunda şükrediyorsun, senin Brugge bize vız gelir tırs gider. Nitekim uyku tulumu da bıraktığımız yerde- Tenten dükkanının önünde- aynen duruyordu.
Oyuncak bebekleri, çikolataları, dantelleri epey güzeldi, bakmakla yetindik. Bunlarla tanınıyormuş Brugge. Ama bence kentin asilzadeleri, namlarını fazla duyurmaya gerek görmeden kanallarda gezinen kuğulardı.
Turistik olmayan sokaklar fazlasıyla boştu. Hava karardığında o sokaklarda yürüyorduk, kent terk edilmiş gibiydi. Sokaklardan insanlar, arabalar geçmediği gibi ışıkları yanan evlere de çok ender rastlıyorduk. Gezerken gezerken yolumuza bir techno parti çıktı. Sokakların ıssızlığına inat kalabalıktı bu parti. Techno sevmeyen iki kafadar olarak oradan sıyrıldığımızda yine ıssız sokaklarda dolaşmaya başladık. O sessizlikte gitar sesi ilişti kulağıma ve sesi takip ettik. Bu sefer de orta yaş üstünün takıldığı bir rock'n roll konserine ulaştık. Orada epey takıldık. Anladım ki Avrupa'da rocn'n roll dinlemek nostalji yapan yaşlılara kalmış, gençler technoya takılıyor. Oralardaki rock dalgaları bize geç ulaştığından herhalde hala demode bulmuyoruz ya da ben trendleri çok takip etmediğimden orada kalmışım ama şikayetçi değilim.
Bir şişe şarap alıp kanalların birinin yanına kurulduk, bir güzel içtik. Güzel bir akşamdı. Daha önce adını bile duymadığım bir kent keşfetmek ve bu kentin sevimli olması da keyifli. Yaşar mısın diye sorsanız asla orada yaşamak istemem, o ayrı. Bir yerin fazla turistik olması doğallığından bir şeyler alıp götürdüğünden -mesela eskiden gerçekten insanları taşıyan faytonlar artık sadece turistlere fantezi yaşatmaya yarıyor- ve orası aşırı derecede düzenli, sakin sokaklı ve küçük olduğundan. Vay be burada insanlar yaşıyor dedirten evler, sokaklar çok ama Türkiye'nin karmaşasından sonra orada sıkılmayacak kadar yaşlanmadım henüz. Kaosa alışmışım, aksi sıkıcı geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder