19 Mayıs 2010 Çarşamba

BUDA ve PEŞTE ve EVİM...







Buda ve Peşte. Büyükçe, kalabalık bir tren garı.



Türkiye'de yaşayan iki insan olarak



Avrupa'da bize oldukça küçük, sakin, tenha gelen bir çok kentten sonra,



nihayet ülkemizden alıştığımız kadar olmasa da ona yaklaşan bir trafik, kalabalık, karmaşa. Kentin yaşadığı hissini uyandırıyor.



Otobüste bir durak sonra inip -ki inmemiz gerekenle indiğimiz durak arasında Buda'yla Peşte'yi birbirine bağlayan uzunca köprülerden biri var- hostelimizin olduğu sokağa doğru yürüyoruz. Sonunda vardığımızda bakınıp bakınıp hosteli bulamıyoruz ve bir Macar abim bize yardımcı olmaya çalışıyor. Ona derdimizi anlatmaya çalışırken hostelin ufak tabelasına gözümüz çarpıyor ve bizim Macara bulduğumuzu söylüyoruz. Ne hikmetse adam inatla ileri gitmemiz gerektiğini söylüyor. Zor kurtarıyoruz kollarımızı adamın inadından.



Dışarıdan görkemli duran, estetik katılmış apartmanın kapısını çaldığımızda hosteli işleten Jimmy açıyor kapıyı ve bir avluya giriyoruz. Bir kenara masa atılmış, üstünde şarap mantarlarından yapılma satranç takımı var. Daha sonra Jimmy'nin yapımı olduğunu anlayacağım.



Budapeşte'ye dair bende en çok iz bırakan bu hsotel oldu. Adı "2night home"du ve gerçekten de evdi. Fazla odası yoktu. Jimmy bizi odamıza çıkardığında daha etrafı toplamamıştı. Bir arkadaşın öğrenci evine gitmişçesine rahat bir tavırla ortalığa çekidüzen verdi, yatak örtülerini düzeltecekken "Of uğraşmayım şimdi, ne de olsa yatacaksınız, dağılacak yine" dedi ve vazgeçti. Evet, tam da bu cümleyle kendimi ona yakın ve orada rahat hissettim. Hollandalıymış, Macar bir kız arkadaşı olunca Budapeşte'ye yerleşmiş, iki senelik ilişkisi yeni bitmiş, her an yaşadığım şehri değiştirebilirim, neresi olur bilmiyorum, düşünmedim dedi. Kıskandım.



Oldukça ucuz bir şekilde döşenmiş bir odaydı bizimki. Turunculu yeşilli örtüler asmıştı oraya buraya. Ama öylesine güzeldi ki şehri gezmek istemesek ve vaktimiz kısalmasa günlerce odadan veya hostelden çıkmayabilirdik.



Yolu düşenlere tavsiye ederim, gidilip kalınası bir yer o hostel.



Budapeşte'ye dair başka neler mi hatırlıyorum? Hmmm zırt pırt karşıma çıkan ilginç heykelcikleri. "Aaaa bankta laptop var" diye tongaya düşüp onun heykel olduğunu anlamam mesela. Şu filmlerde gördüğümüz yerin altındaki bilardolu, her an bir pislik çıkarmış izlenimi veren barlarda yaptığım iğrenç karaokeyi. (İşin kötüsü memleketimde herkes karaokeyi iğrenç yaparken oradakilerin sesleri pek bir güzeldi.)



Hafif İstanbul'u andırıyor, köprüleri bunda çok etkili. Oradayken biri "Budapeşte çok büyük bir kent, neredeyse iki milyon insan yaşıyor" demişti. Gülmüştük. Kalabalığa alışmış ben için galiba en yaşanır bulduğum Avrupa kentiydi. O herkesin anlata anlata bitiremediği Avrupa'nın düzenli kentlerinde yaşama fikri beni sıkıyor.

4 yorum:

  1. uu yeni gördüm,zagreb' i unutmayacaksın diil mi:)

    YanıtlaSil
  2. hehe :) unuttum bile, nedense orayı yazmak hiç içimden gelmedi. hatta bükreş de içimden gelmiyor :) eksik kalsınlar, bu yaz yollarımız nereye düşerse oraları yazarım artık :)

    YanıtlaSil
  3. zaten ben zagreb hakkında pek bişi hatırlamıorum, salak bi nehir kenarı vardı, bayağı yürümüştük, harita almak için görevliyi "rahatsız" etmiştik.
    parkta değişik afrika müziği olduğunu sandığımız bir canlı müzik, eski evler, başka bişi? yok galiba
    ama bükreşi yazmalısın, hiç olmazsa internetcafe için çektiğimiz çileyi:)
    sonra dünyaca ünlü restaurantını :)
    insanlarını falan, ayrıca otobüse tam bindiğimizde yağmurun yağmaya başlamasını falan, güzel şeyler bunlar:P

    YanıtlaSil
  4. hehe :) Zagrebdeki Hint müziğiydi öncelikle :) "hare krişna hare krişna, krişna krişna, hare hare"
    Of o nehir kenarını unutmuştum, tanrım görülebilecek en dandik nehir için o kadar yürümek :)
    Bir de gündüz insan bulamadığımızı hatırlıyorum... :)
    Bükreş'e gelince, hmmm evet yazılabilir :) uyarı mahiyetinde de eklemek gerek "gitmeden mutlaka hostel ayırtın, yoksa işkenceye davetiye çıkarırsınız :)

    YanıtlaSil